Ah Gargara vah Gargara!
Hamdi Ağa anlatıyor / 450 yıllık köyümüzü terk ettik!
Rum eşkıyaların köylere baskını sıklaşmıştı. Türklerin durumu hiç iyi değildi.
Evlerimiz zorla boşaltılıp veriliyordu Rumlara.
Mübadele haberi gelmişti. Babalarımız hayvanlarını, tarlalarını satmaya başladılar gizli gizli. Ellerine geçen paraları altına çevirdiler. Anam, ablamın yeleğinin içine sırıdı beşibiryerde ve sarı liraları.
Ablam sırtında taşıdı. Gidene dek Antalya' ya. Köyümüzde üç ay daha babalarımız savaşım verdi eşkıyalarla.
Babamın alışveriş ettiği ve köye her gelişinde bizde kalan bir Rum ahbabı, "Lenger Dimitri " babama çok yardım etti.
Bir akşam getirdi katırlarını, yükledik eşyaları. "Vavdos " köyüne
gitmek üzere, yola çıkmıştık gece. Rum eşkıyalar yolumuzu kestiler.
Lenger Dimitri: "Benim! bırakın!.. Yolu açın! Diye bağırdı.
O zaman " geçin" dediler. Vavdos " köyüne gün ağarırken girdik.
Bizi bir eve yerleştirdiler. Kilisenin yanında. Dört ay kaldık bu köyde.
Evin yakınında okul vardı. Bahçesinde: Peri kızları gibi kısa tül elbiseler giyinmiş kız çocukları, halka olup el ele tutuşurlar, ront yaparlardı. Halâ kulaklarımdan silinmedi söylenen şarkıların melodileri.
Hamdi ağa durakladı, bir şeyler mırıldandı.
Poina margarita!
Neo!. Neo! Neo!
Kemirdendi nikser rema!
Neo! Neo! Neo!
Kemirdendi nikser rema!
Neo! Neo! Neo!
Tekrarlayıp duruyordu. Siz hem ağlayan, hem gülen insan gördünüz mü hiç?
İşte Hamdi ağanın gözleri dolu dolu gülümsüyordu. Hayran hayran seyrederdik, biz köylü çocukları. Köyümüzde okul yoktu. Rüyalarımızda bile göremezdik. Bunlar, halâ usumuzdan silinmeyen tatlı anılardı.
Dört ayın sonunda yine "Lenger Dimitri"nin yardımı ile yirmi dört saat yol alarak Selanik'e göç ettik.
Babam "Lenger Dimitri"ye çok güvenirdi. "Bu Rum evvela cennete gider, sonra biz" derdi. Keçi ve koyunlarımızın çoğunu bu Rum'a satmıştık. "Parasını sonra veririm" demişti.
Doksan Napolyon'a (Yunan parası) ev kiraladık Selânik'te. Atatürk'ün evi Islame Caddesi'nde idi. Bizim ev ise kuzeyindeki sokakta, Kulle kahvelerinin yanında idi. Güney tarafı denize açıktı.
Faize Ana İlkokulu’na başlamıştım. Eski Türkçe öğrenim yapıyorduk. Bir kız arkadaşım vardı okulda, âşık olmuştum ona. O; ilk aşkımdı. Ayrılırken Selanik’ten "Selametle git" demişti. Bu, ilk usuma yerleşen güzel söz ve duygu idi.
Bizim evin bitişiğinde, ağaçlar arasında, bahçesini renk renk çiçeklerin,
ortancaların süslediği, güzel bir köşk vardı. Mahalleli suya gelirdi oraya.
Su kuyudan çıkrıkla çekilirdi.
Herkes testisini sıralar, beklerdi. Genç kızlar, hanımlar tanışırlar, sohbet ederlerdi. Yaşantıları renklenirdi. Köşkün sahibi Melek Hanım'ın hiç çocuğu yoktu. Bazen kuyu başına iner, çocukları okşar, hanımlarla yarenlik ederdi.
Beni de sevmişti.
Orada tanışmıştık. Konuştuk uzun uzun, sorular sordu ve benimle çok ilgilendi.
Evine davet etti, reçeller, çerezler verdi. gezmeye, alışverişe giderken beni de götürdü yanında. Giysiler, oyuncaklar aldı bana. Çok sevmiştim Melek Hanım teyzeyi.
Kocası Emin Bey Selânik'in eşrafından zengin bir işadamı idi. Bir gün babamla konuşurlarken gördüm. Babam eve girdiğinde çok öfkeli idi. "Benim on çocuğum var ama: Yusuf Ağa’nın satılık çocuğu yok" diye söylüyordu.
Sonradan öğrendim ki: Emin Bey beni evlatlık istemiş. İstanbul'a götürecek, okutup, büyütecek; tek mirasçısı olacakmışım. Tabii ki babam vermemişti. Bu beni çok onurlandırmıştı. Melek Hanım teyzeyi seviyordum, çok üzülmüştüm. Ama anamı, babamı, kardeşlerimi bırakamazdım. Aile mefhumu perçinlenmişti
0 gün bende.
Gidecektik artık Türkiye'ye, yanaşmıştı "Ümit Vapuru" iskeleye. İzmir’e gideceğimiz söylendi. Vapurun rotası değiştirildi. Antalya'ya yol aldık. Vapurun hangarında eşyalarımızla bir köşeye yerleştik.
Kalkmamıza bir saat kala, iki papaz bindi vapura. Babam karşıladı onları.
Bizim oturduğumuz köşeye geldiler. Papazın biri öptü anamın elini. Anamla kucaklaşmıştı diğeri. Şaşırmıştık hepimiz. Çıkardılar sakallarını, cüppelerini. Birbirlerine bakıp gülüştüler.
Birinci papaz "Lenger Dimitri" "Demir" ağamdı ikincisi. Demir ağamı Lenger
Dimitri bu kılıkta kaçırabilmişti. "Lenger Dimitri" babama (Hamidiye Lirası "4"lira, beşi bir yerde "12" Lira olduğu zamanda, "20" bin büyük para) vermişti.
Ve dedi ki: "bu parayı sana köyde vermedim. İçine kurt düşmüştür muhakkak. Eğer verse idim, seni öldürecekler, paranı alacaklardı. Al şimdi: güle, güle harca" dedi. Adresini verdi. Vedalaştılar. Birbirlerine derin bir dostlukla sarıldılar.
Nesibe ablanın çeyizleri "Vavdos" köyünde kalmıştı. Lenger Dimitri takılmıştı. "Çeyizlerini Maria kullanır artık Nesibe" demişti. Ablam boynunu bükerek, çok üzülmüştü.
Lenger Dimitri vapura geldiğinde ablamın çeyiz sandığını da getirmişti.
Ablamın sırtını okşayarak "Nesibe al sandığını" dedi. "Yalnız; Maria hatıra olarak bir çevreni aldı ve çeyizlerini güle güle kullansın diyerek, mutluluklar diledi."
Gözleri dolu dolu olan ablam, Lenger Dimitri'nin ellerine sarıldı. "Beni çok sevindirdiniz, Maria'ya selamlarımı, sevgilerimi iletin " dedi. Ablamın yanaklarındaki damlalar duygularını gülüşlerle yansıtıyordu.
İki düşman aile olmalarına rağmen dostlukları bozulmamıştı. Uzun müddet mektuplaştılar, babam ve Lenger Dimitri.
"Ümit Vapuru" Rumeli'den ilk muhacir mübadele grubunu getirmişti.
Bu bizim guruptu.
Antalya Belediye Başkanı Dr. Burhanettin Onat ve Antalyalılar davullarla zurnalarla bizi karşıladılar. Misafirhanelerde iki ay kaldık. Sonra bizim köy olduğu gibi Çirkin Oba köyüne, (Güzel Oba) şimdi. Yeni yapılan evlere yerleştirdiler. Ve kişi başına 15 dönüm tarla verdiler. Böylece başladık yeni yaşantımıza.
Yorulmuştu Hamdi ağa. Biraz dinlendi, başını kaldırdı ve: "İşte bu gördüğünüz 85 yaşındaki adam halâ yaşıyor, bunca acılara rağmen." Dedi. 1994 Antalya
(Basıma hazırladığım “100. Yılında bir Mübadele Öyküsü Gargara / Ermenek - Selanik” adlı serimizden. / Hikâyenin kaynağı: Anılarda Yaşamak / Zehra Güvenç 1926 / 2019 / Mim Prodüksiyon Antalya 1995 S. 45-50)