II. Dünya savaşı 1945 yılında noktalandı. O tarihte dünya üzerindeki bütün devletler haritalarını netleştirdi ve son halini verdi.
Üzerinden tam 80 yılın geçtiği, üçüncü bin yılın ilk çeyreğini bitirmek üzere olduğumuz bugünlerde dünya sancılı bir döneme giriyor.
1945'te kurulan Birleşmiş Milletler görevini yapamaz hale geldi.
BM’nin daimi üyeleri dünyada kendi yararlarına olan her türlü karara imza atarken aksi durumdaki her türlü iyiliğe de veto yetkilerini kullanarak dünyada bozgunculuğun kapılarını araladı.
Bu arada yeni devletler kurularak BM'nin üye sayısı 200'e dayandı. Dünya haritasının değiştirilmesine yönelik hamleler hep bu daimi üye denen beşli ekipten geldi ve gelmeye devam ediyor.
Daimi üyeler diğer devletlerdeki yaraları kaşıyarak kanatmaya ve yeni devletçikler üretmeye de yeminlidirler. Bu nedenle dünyanın en güzel coğrafyasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti'nin çok güçlü olma zorunluluğu vardır.
Kesinlikle ve kesinlikle her bakımdan dışa bağımlılıktan kurtulması gerekiyor.
Özellikle savunma alanında asla başka bir ülkenin vesayeti kabul edilemez.
Türkiye Cumhuriyeti devletimiz askeriyle polisiyle jandarması ile çok güçlü olmak zorundadır. İçten ve dıştan gelecek her türlü tehlikeye anında karşılık verecek bir güç olmak durumundayız.
Kürt kardeşlerimizle devletimizin arasını soğutmak için dâhili ve harici düşmanlarımız her an tetiktedir ve aleyhimize çalışıyorlar.
Özellikle şunu belirtmemiz gerekir ki Kürt kardeşlerimiz Türkiye'de bir azınlık değil devletin kurucu halklarındandır ve her türlü hakka da sahiptirler.
Ülke dâhilinde sokak olaylarında terör olaylarında ülkemizin asayişini sağlamak için her türlü tehlikeyi göze alarak ortaya çıkan emniyet birimlerimizin içinde Kürt kardeşlerimiz de var Türk kardeşlerimiz de var. Türkiye Cumhuriyeti yüz yıllık geçmişinde nice Kürt bakanlar, bürokratlar ve devlet adamı tarafından yönetilmiştir. Osmanlı Devlet-i Aliyyesinde de durum farksızdır ve Kürt kardeşlerimizle altı yüz yıl iç içe yaşadık. Bu zamanların hiç birisinde Kürt kardeşlerimiz, layık ve ehil oldukları hiçbir iş ve makamdan men edilmemiştir.
Türkiye'nin hiçbir kurumunda “sen Kürtsün” diye kesinlikle bir ayrım yapılmaz ve yapılamaz. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti Devleti hepimizin ortak malıdır bu devletin bünyesinde kardeşçe bir arada yaşamaya mecburuz.
Laik Türkiye Cumhuriyeti ülke içindeki bütün inançların, etnik oluşumların, dini mezheplerin, tarikatların, meşreplerin koruyucu kalkanıdır. Devletimizin görevi anayasaya ve tali yasalara aykırı olmayan her düşünce ve ayini korumaktır.
Önce biz halk olarak birbirimizi anlamaya tahammül etmeye hoş görmeye alışmamız gerekiyor.
Bunun için de hiçbir tahrike kapılmadan birbirimizi sevmek, saymak ve inançlarına saygı göstermek hepimizin görevidir.
Semah yapan Aleviler de biziz, Sema yapan Mevleviler de, hatme yapan Nakşiler de biziz büyük halkalar oluşturan Kadiriler de biziz.
Kimsenin, diğerlerin; yeme içme adabını, giyim kuşam tarzını, İnanç töre ve ayinlerini küçük görmek hafife almak gibi bir hakkı olamaz.
Bugünkü insan hakları evrensel beyannamesinin asıl metnini oluşturan İslamiyet gibi bir hak dinin de büyük oranda mensubu olarak bütün bunlar dinimizce de emredilen ahlaki kurallardır.
“Şu evrende hiçbir etnik grubun diğerine üstünlüğü yoktur” düsturundan daha üstün bir ölçü var mıdır?
“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 13)
İyi bakalım ve okuyalım ki ayetteki hitap sadece Müslümanlara değil bütün insanlığadır.