Akraba ülkeler Türkmenistan, Kırgızistan, özellikle Özbekistan’a gidene kadar paramızı yeterince tanımadığımı anladım. Daha önce gezdiğim Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya gibi balkan ülkelerindeki Türkler genelde Türkiye, İstanbul, müzik, futbol hakkında güncel sorular sorarlardı. Ancak “ paranız nasıl, bize türk parası göster ” diye bir soru sormazlardı. Sonradan fark ettim ki balkan ülkelerindeki akrabalarımızın Türkiye’yle, İstanbul’la ilişkileri çok fazlaydı. Bir çoğu ticarete, gezmeye, görmeye geldiklerinden paramızı da çok iyi tanıyorlardı.
İran’ın kuzey batısında yaşayan bizim Azeri, farsların türk dedikleri akrabalarımız; Türkler ve Türkiye için “ özümden öte sevirem “ ( kendimden çok seviyorum) diyorlar, hatta farslar bile ülkemizi batıya açılan kapı, batı medeniyetinin eşiği olarak görüp gıpta ediyorlar. Tebrizliler, Urumiyeliler, Makulular hafta sonlarında ( onlar için perşembe öğleden sonra ve cuma günü ) trenle Van şehrimize alışverişe, gezmeye, felekten bir gün çalmaya geliyorlar. Tebriz’de birçok döviz bürosunda paramız tümene çevriliyor ( onlar pul hırdalamak diyorlar ). Paramızı onlar da biliyorlar. İran’ın biraz daha iç tarafında kalan Hamedan, Kazvin, Erdebil gibi türk şehirleri ise pek bilmiyorlar
. Azerbaycanlı akrabalarımız ise kendilerini bizim öz parçamız gördüklerinden sadece pulumuzu ( para ) değil, her şeyimizi biliyorlar.
Daha doğuda kalan türkmen, özbek, kırgız ve kazak dediğimiz akrabalarımız ise, bizi bu sıraya göre kendilerine yakın hissediyorlar ve bu nispette de paramızı merak ediyorlar. Hive ve Köhne Ürgenç halkının konuşmasıyla köyümün insanının konuşması arasında ben bir fark görememiştim. Oğuz türkleri Harizim denilen bu bölgeden Anadolu’ya göç etmişler. Buhara’da, Karşıderya’da; İran ve Azerbaycan’daki kadar olmazsa bile çoğunlukla anlaşabiliyordum. Daha doğuya gittikçe Fergana vadisinde ( Hokand, Andican, Namangah şehirleri ) anlaşmak güçleşiyordu. Kırgızlar ve Kazaklar birbirleriyle rahat konuşuyorlardı, ancak ben onlarla o kadar rahat konuşamadım. Dillerimiz, birbirinize uzak düştüğümüzden oldukça farklılaşmış. Sayılar, vücut organ adları, tabiat cisimlerinin adları ( yol=jol, yıldız=jıldız, dağ=too gibi ) telafuz dışında aynı. Bu temel adlar, kökümüzün bir olduğunu göstermektedir. Bin yıllık ayrılık bizleri iyice ayırmış.
Türkmenler ne kadar içe kapanıksalar, özbekler o kadar dışa dönük geldiler bana. Her özbek, sadece gözlerimde kalmış eser çekiklikten ötürü uzaktan akrabaları bir türk olduğumu anlayıp, üylerine (ev) davet ediyorlardı. Uğurlarken yolun açık olsun yerine “ Akyol “ diyorlardı. Hoşbeşten, sohbetten sonra neredeyse hepsi paramızı merak ettiklerinden görmek istiyorlardı. Cüzdanımdaki beş, on, yirmi, elli, yüz ve ikiyüz liralık kağıt paralarımıza tek tek, önlü-arkalı, baktıktan sonra, üzerlerindeki resimlerin ve yazıların anlamlarını soruyorlardı. Kağıt paralarımızın ön yüzlerinde, tüm dünya ülkelerinin kurucu önderlerinin resimlerinin bulunması gibi Atatürk’ümüzün; arka yüzlerinde türk kültür, sanat ve uygarlığın simge adları; bilim insanları Aydın Sayılı, Cahit Arf, Mimar Kemalettin, kadın milletvekili Fatma Aliye Topuz, müzisyen Itri ve “ sevelim sevilelim “ diyen gönül eri Yunus Emre’nin fotoğraflarını ülkemize ve insanlığa kattıklarını anlatarak gurur duymuştum.
Yine o zaman tedavülde bulunan eski kağıt paralarımızın arka yüzlerindeki “ İshak paşa sarayı, Kapadokya, antik Efes kenti, Atatürk barajı, Piri reis haritası, Meclis binası, Selimiye cami, Mevlana, İzmir saat kulesi, Ağrı dağı, İstanbul üniversitesi taç kapısı, Boğaziçi köprüsü “ resimlerini göstererek, uzaklardaki akrabalarımıza ülkemi; ülkemin bilimde, sanatta, kültürde, demokraside ne derece ileride olduğunu, doğru yolda olduğumuz duygusunu hissederek coşkuyla anlatmıştım.