Doğup büyüdüğüm ve her şeyinden mutlu olduğum köyümde, kışlar uzundu ve pek sert geçerdi. Başodamızdaki kuzineli odun sobası; ayazlı, dondurucu kışla mücadelede en büyük yardımcımızdı. O zamanlar Ninemin, Anamın ördüğü hepsi de yün olan çoraplar, kazaklar, eldivenler giyerdik.
Kardeşim İzzetle sabah uyanır uyanmaz sıcak döşeğin içinde ilkten nakışlı yün çoraplarımızı giyer, pantolon paçalarımızın üzerine çekerdik. Sonrasında soğukkuyu denilen lastik ayakkabılarla, yarı adam boyundaki kar üstünde kartopu oynardık, çelik çomak oynamak için karı kürürdük, ebeye elim sende deyip dokunur dokunmaz bata çıka o karda koşardık. Ayakkabılarımıza dolan karı, çoraplarımızın ıslanmasını, burnumuzun akmasını, parmaklarımızın sızlamasını fark etmeden; anamızın en az üç beş kere tarhana aşı pişti, artık oyunu bırakın, temelli donacaksınız diyene kadar evimizin avlusunda coşkuyla eğlenirdik.
Eve girince Dedem, süpürgeyi göstererek Önce üstünüzü başınızı kardan temizleyin, kapının eşiğinde silkelenin, çoraplarınızı çıkartın, hemencecik sobanın başına geçin derdi. Kardeşim İzzetle birbirimizinin üstünü başını süpürgeyle beri benzer ( çala çarpa ) süpürür ve çırpardık.
Sobanın başında sıcağı görünce ellerimizin, ayaklarımızın buz kestiğini anlardık. Islak yün çoraplarımızın kar suyunu şöyle bir sıkar ve kuruması için sobanın borusuna takılı çamaşırlığa asardık.
Ninem, Anam sık sık başımı okşayarak ayaklarını ve çorapların ıslatma , hep kuru tut derlerdi. Dedem ve akranları çene başında ( sohbet edilen sokak köşesi ) ordan burdan laflarken İnsan hastalığı ayaklarından alıyor, başından çekiyor, ayakları üşütmemeli, temiz tutmalı dediklerinde pür dikkat kesilirdim.
Okumak için yatılı okula gittiğimde altlı üstlü ranzalarda otuz kırk öğrenci bir yatakhanede yatardık. Hafta içi günlerde akşam saat sekizden ona kadar ders gördüğümüz sınıflarda ertesi günün ödevlerini tamamlamak için etüt yapardık. Etütten sonraki yarım saat yat zaman ıydı. Bu zaman diliminde yatakhanede önce hepsi de mavi beyaz renkte olan, sadece renginin tonları ile çizgi kalınlıkları farklı çizgili pijamalarımızı giyerdik. Okulumuzun ilk günü tembih edildiği biçimde dişlerimizi fırçalar, sonrasında ayak ve çoraplarımızı yıkardık. Çoraplarımı yıkarken birden bire içime köy hasreti çökerdi. Köyüm, Dedem, Anam, ailem, küpeli nazlı koyunlarım, yaramaz keçilerim, köpeğim Alaş, tarlalarımız, bahçelerimiz, çeşmelerimiz aklıma düşerdi. Çoraplarımı gözümden akan yaşlarla yıkardım çoğu kez. O göz yaşlarımı gizlemek gayretiyle yüzüme de iki su çarpardım. Ranzamın baş ucuna astığım nakışlı yün çorabıma Anama bakıyormuş gibi bakarken uykuya dalardım.
Yatılı okulda edindiğim yatmadan önce ayak ve çorap yıkama alışkanlığımı; kimi misafirlik ve yurt dışı gezilerimde üzerimdeki garip bakışlara aldırmadan hâlâ devam ediyorum. 28.09.2022
İBRAHİM ÇALIŞGAN