Büyük âlim ve mutasavvıflar arasında, büyük bir hakikati ifade etmek üzere kullanılan bir kelam-ı kibardır. Aslı Farsçadır ve şöyledir:
“Eğer Ne Hâhî Dad, Ne Dadi Hâh.” Manası şudur: “Vermeyi İstemeseydi, İstemeyi Vermezdi."
Allah sonsuz merhamet sahibidir. Bu merhametinin bir gereği olarak yarattıklarının ve özellikle de insanın muhtaç olduğu her şeyi yaratmıştır. Mesela; insanın hayatını sürdürmesi için suya, havaya, ışığa, toprağa, gıdaya ihtiyacı vardır. Görmeye, işitmeye, düşünmeye, konuşmaya ihtiyacı vardır. Ve bunların hepsi de var edilmiştir. Bu durum, bu işlerin varlığı ile insanın varlığı arasında çok yakın bir ilişkinin, bir bağlantının olduğunu açıkça göstermektedir. Bu ise, söz gelimi; gözü yaratanla, güneşi yaratanın, kulağı yaratanla havayı yaratanın, gıdayı yaratanla mideyi yaratanın aynı usta olduğuna işaret etmektedir. Buna göre denilebilir ki: Eğer Allah insana gördürmek istemeseydi, ona görme arzusunu ve görme duyusunu, gözü vermezdi. Şayet yiyecek vermek istemeseydi, yemek yeme arzusunu vermezdi. İnsandan evlenmelerini istemeseydi, onlara evlenme duygusunu vermezdi.
Bunun için bende derim ki; sevgili kardeşim Şenay Değerli Türkmen’in kalbine çocuk sevgisi verilmemiş olsaydı bu çocuk kitaplarını yazamazdı. Aslında bu cümle hepimiz için geçerli.
Yalnız bir ayrıcalık var; çocuk kitapları yazmak çok zor. Yazacağınız çocuğun yaş seviyesine kendinizi koymanız gerek. Hele bu yazdığınız kitaba ad vermek bir kat daha zor. İşte bu yüzden eğitimci Şenay Değerli Türkmen hanımefendi kardeşimin çocuklar için yazdığı “Konuşan Ihlamur Ağacı” – “Maraspolinin Gizemi” – “Elementlerin Koruyucusu” kitapların gizemi bu isimlerin içinde gizli.
Sadece bölgede doğanların bilebileceği “Maraspoli Mağarası Nehri” gerçeğini, “Maraspolinin Gizemi”ni ilkokul çağındaki çocuklara nasıl anlatılabilinir ve merak içinde sevdirilebilir? Şimdilik 15 tane araştırma kitabı yazan biri olarak bunu kendime sormadım değil. Acaba bende çocuk kitabı yazabilir miyim? Yapamam çünkü bu yeteneğim yok, bu yetenek bana verilmemiş.
Çocuk kitaplarını yazmak gerçekten büyük yetenek. İşte Ermenek’te doğmuş büyümüş biri olarak bunu eğitimci sevgili kardeşim Sayın Şenay Değerli Türkmen bunu başarmış. Tüm kalbi duygularımla kalemine beynine sağlık. Okuru bol ve bereketli olsun diyorum sevgili Şenay Değerli Türkmen kardeşim.
Birkaç sene önce Ulrich Bernier çeşitli kimyasalları birbiriyle karıştırarak neden kan emici bazı böceklerin bazı insanları diğerlerinden daha fazla soktuğunu anlamaya çalışıyordu. Sivrisineklerin hedeflerinin derisindeki birçok kimyasalı ve bakteriyi koklayarak sokup sokmayacağına karar verdiğini keşfetti.
Esasında vücudumuzda az miktarda bulunan belli bir grup kimyasalı birbiriyle karıştırdığında, sivrisineklerin bu kimyasalları görmezden geldiğini fark etti. Aralarında homopiperazin ve 1-metilhomopiperazin kimyasallarının da bulunduğu bu karışım, sivrisinekleri ciddi bir şekilde vücuttan uzaklaştırmayı başarıyor. Birleşik Devletler Tarım Bakanlığı Tarımsal Araştırma Servisi'nden Bernier ve arkadaşları, içi sivrisineklerle dolu bir kaba, bu kimyasalı vücutlarına sürerek girdiklerinde, sivrisineklerin kimyasalın bulunduğu vücut bölgelerini hiç sokmadığını gözlediler.
“Herkesin bir hikâyesi ve hikâyesinde kahramanları var. Ş.G.” Bu sözü bazen söylerim.
Ali Ata Bak... Ama İyi Bak. Oku, Öğren, Düşün, Anla...
Ali yıllardır ata bakıyor, Hasan ise mısır yemeğe bayılıyor. Peki, aileler nasıl okutuyor?
Geçtiğimiz günlerde elime bir ilköğretim kitabı geçti. Meraklı bir insaymun (insansı maymun) olarak hemen sayfalara göz attım.
Bizim zamanımızdan beri değişen çok şey olmuş. Olmayan eğitim, kendilerince, düzen tarafından tekrar dizayn edilmiş. Çok gönüllü sinsilik tarafından işlenmiş cümleler ile çocuk beyinler adeta sömürülüyor (yetişkin bakış açısı ile işkenceye tabi tutuluyor).
Bazı cümleler, hala, aynı gibi. Ali ata bak. Hasan mısır sever. Bu iki cümleyi hatırlıyorum.
Bu cümleler ile ne değişir? Hiçbir şey! Ali ve çocuk ata aval aval bakmaya devam eder. Ömer ise, mısırı sadece kemirdiği ile (kemirgenler ile de bir yerde ortak ata paylaşıyoruz) kalır.
Ali ata bak. Bak çünkü: At geçmişten günümüze sürekli olarak evrim geçirmiştir (evrim sözcüğü, çocukların bilimsel gelişimi açısından aileler tarafından vurgulanmalıdır). Çok uzun zaman önce şafak atları varmış; arazide ceylanlar gibi zıplayarak koşarlarmış. Bunlar kedilere ya da köpeklere çok benzerlermiş.
Hasan mısır sever. Sever çünkü Hasan mısırı tanımak ister. Çok uzun yıllardır otlar varmış. Ot yiyen diğer hayvanlar (hemen araya bizde birer hayvan türüyüz gerçeği heyecanlı bir ses tonu ile eklenmelidir) otları çok yemeye başladıkça otlar da değişmeye başlamışlar.
Otlar değişince karşılıklı olarak ot yiyen diğer hayvanların da dişleri değişmiştir (tekrar heyecanlı bir ses tonu ile biz de bir çeşit hayvan türüyüz gerçeği tekrarlanmalıdır). Doğada bir bitki varmış. Bu bitkinin şimdiki mısır gibi taneleri varmış; kimi taneler diğerlerine göre daha tombulmuş. İnsanlar çok tombul olanları, tombul olanlarla çiftleştirip (çocuk hala leylek icadı olduğunu düşünmüyorsa) şimdiki mısırı yapmışlar.
Her aile çocuğunun karakterini bilir; bu sadece bir örnektir, siz kendi çocuğunuzun karakterinde cümleler kurarak anlatın. Çünkü onlar sevildikleri kadar, saygı duyulmayı da hak ediyorlar. Mehmet Arif Sökmen (Evrim Ağacı) kitabından az bir alıntı.
Kendisini çocukların eğitimine adamış, Şenay Değerli Türkmen hanımefendi kardeşimin çocuklar için yazdığı “Konuşan Ihlamur Ağacı”–“Maraspolinin Gizemi”–“Elementlerin Koruyucusu” kitaplarını çocuklarımıza okutalım derim.
Şerafettin GÜÇ